top of page
Post: Blog2_Post
Emre Köz

Franz Liszt Efendi, İstanbul'un İlk Süperstar Davetlisi

Güncelleme tarihi: 25 Tem 2020

Gelmiş geçmiş en muhteşem besteci ve piyanistlerden birisi olan, yaşadığı dönemin süperstarı ve bizim tarihimiz için de önemli bir kişilik olan Franz Liszt.

Bu yazımda ondan, onun müzikal buluşlarından ve meşhur İstanbul ziyaretinden bahsedeceğim.


( Not: her yazımda olduğu gibi, kırmızı renkli, altı çizili ve italik olan bölümlere tıkladığınızda bir video veya kaynak siteye ulaşacaksınız. )


Bazı besteciler vardır. Eserleri herkesin kulağındadır ancak isimleri söylenince hemen bir çağrışım yapmaz. Örneğin Smetana. Çek Müziği'nin kurucusu kabul edilen bu ünlü besteci, isim olarak birçok okuyucuya tanıdık gelmemiş olabilir. Oysa, onun harikulade eseri, Moldau, gündelik yaşantımıza girecek kadar meşhurdur. Sinemada, tv'de ya da yolda yürürken bir pasajdan gelen plak sesinde duymamız çok olasıdır. Öylesine sembol bir eser haline gelmiştir ki, Çek Havayolları'na ait uçaklar Prag'a inişe başladığında yolcu kabininde Moldau çalmaya başlar. ( eserin tamamı - Spotify linki )

Müzik dünyası için bir tanrı olarak tanımlayabileceğim Franz Liszt, elbette, Smetana'ya göre çok daha ünlü bir bestecidir; ancak yine de, bir Mozart ya da Beethoven kadar markalaşmıştır diyemeyiz. Bu yüzden, Smetana'nın Moldau'su gibi, Liszt'in de hepinizin daha önce duyduğundan emin olduğum bir eseri ile başlamak istiyorum:



Bazılarınız bu eseri nereden tanıdığını hemen hatırladı; bazılarınız ise halen düşünmekle meşgul, biliyorum:) Hemen geliyor:



Bu çizgi film, belki de 40-50 senelik bir çizgi film. Büyük dahi Walt Disney’in çocuklara klasik müziği sevdirmek için tasarladığı, ünlü klasik melodileri çizgi filmlerine uyarlama buluşunun bir ürünü. Aynı müziğe sahip, Tom ve Jerry, Duffy Duck gibi karakterin olduğu bölümleri de bulunuyor. Hatta, Walt Disney'in hayranı olduğu Liszt ve bestesi Macar Rapsodisi, Disney Wiki'ye göre 1929 senesinden beri Disney çizgi filmlerinde kullanılıyor.

Neredeyse bir asırlık süre boyunca, bu çizgi filmleri izleyen her insan Macar Rapsodisi'ni ve farkında olmasa da, Liszt'i tanıdı. Şimdi bana düşen ise, Liszt'i, bestesinin gölgesinden kurtarıp karşınıza getirmek:) Bunu yaparken onun hayat hikayesi ile yazının türünü "biyografi"ye döndürmek istemiyorum. Bu tip bilgiler artık çok kolay bulunuyor. Ben size, kolay kolay bulamayacağınız bilgileri anlatacağım:)

Haydi başlayalım.


Franz Liszt, 1811’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bağlı ufak bir kasabada dünyaya gelmiş, 1886 yılında Almanya’da hayatını kaybetmiş Macar besteci ve piyanisttir. Romantik Dönem Müziği’nin mihenk taşlarındandır. 75 yıllık yaşamının ardından müzik ve sahne performansı kavramları sonsuza kadar değişmiştir. Yukarıda onun müzikal bir tanrı olduğundan bahsetmiştim. Bunun sebeplerini saymaya başlayalım:


Süperstar Mösyö Liszt ve Liszt-o-Mania!


Mozart'ın Viyana'da süperstar ışıltısını saçtığı 1770ler'in yüzyıl sonrasında, kocaman elleri ve upuzun parmakları ile genç bir adam. Paris'in ışıltılı konser salonlarında, etrafı, bugünün müzik dünyasında aşina olduğumuz; ancak o günün insanlarına çok uzak olan "fanboy/fangirl" ler tarafından sarılmış bir piyanist, Franz Liszt.

Virtüoz kavramının yani bir çalgıyı en mükemmel şekilde çalabilen müzisyenlerin ilk akla gelen ismidir. Dünya tarihinin en iyi piyanistlerinden birisi hatta belki de birincisidir. Çalınması imkansıza yakın zorlukta ama bir o kadar güzel ve dinleyenleri kendine hayran bırakan besteler yapmıştır. Bu hayranlık öylesine büyük bir coşkuya dönmüştür ki, yaşadığı döneme, özellikle 1840lı yıllara, Avrupa Kıtası’nda Liszt-o-Mania denilmiştir!


Aynı zamanda, günümüzde bu terim, sürekli müzik dinleme isteği duyulması anlamına gelen bir rahatsızlığı tarif eder:)


Müzikal Mucit


Çok önemli bir müzik adamıdır. Sayısız müzikal buluşu olmuştur. Örneğin,


Bugün hemen hemen her filmde kullanılan, Müzik ve Sahne İlişkisi yazımda anlattığım LiteMotif kavramının, ( yazının sonuna, daha önceki yazımda bu terim için ismini verdiğim Wagner'in Franz Liszt ile ilişkisine dair güzel bir kaynak ekledim. )


Bir müzisyenin, müzik öğrencilerinden oluşan bir topluluk önünde, usta seviyesinde bir müzisyene kendisini dinletmesi ve dinleyen ustanın, eleştirilerini topluluk önünde yapması olarak açıklanabilecek Masterclass kavramının,


Bestecinin anavatanındaki yerel müzikleri temel alarak evrensel ölçütlerde besteler yapması olarak açıklanabilecek Müzikal Milliyetçilik kavramının mucitlerindendir. ( İlerleyen yazılarımda son yüzyılı derinden etkilemiş bu kavramı detaylı bir şekilde ele alacağım. )


Avrupa’nın her yerinde müzik okulları açmış, müzik dergileri yayımlatmış ve servetini müzik uğruna harcamıştır.


Turne Kavramı ve Bir Meslek Olarak Konser Müzisyenliği


Paris başta olmak üzere, Avrupa’nın tüm büyük şehirlerinde konserler veren Liszt, bugünkü “turne” kavramını ilk uygulayan müzisyenlerden birisidir. Büyük sükse yaratan solo piyano konserlerinden elde ettiği bilet gelirleri ona hatırı sayılır bir servet de kazandırmıştır. Bu durum, sağlığında ve ölümünden sonra, kendisini örnek alan binlerce müzisyeni motive etmiştir. Bütün bunlar, monarşilerin yok olmaya tam gaz devam ettiği bir dünyada, toplumsal yaşantının kendine yeni su yolları aradığı 1800ler Paris'inden yayılan çok önemli rüzgarlardır.


Franz Liszt'in İstanbul Seyahati konusuna geçmeden önce, ilginç bir bilgiyi daha paylaşayım. Ludwig van Beethoven’a büyük bir hayranlık duyan besteci, Almanya’nın Bonn şehrinde bulunan Beethoven Anıtı’nı, tüm masrafları kendi cebinden ödeyerek yaptırtmış; ayrıca, Beethoven’ın 9 Senfonisi’nin tamamını ( tüm bölümleriyle ) solo piyanoya uyarlamıştır. Bu uyarlamalardan 5. Senfoni Birinci Bölüm'ü, dünyaca ünlü piyanistimiz İdil Biret'in yorumuyla dinleyebilirsiniz. ( alternatif Spotify linki )


İstanbul'da Bir Süperstar!


Ajda Pekkan bunu duyduğuna pek mutlu olmayacak sanırım; ancak dünyanın ilk süperstarlarından birisi, Franz Liszt, hem de tüm Avrupa’yı şöhreti ile kasıp kavurduğu zamanlarda, İstanbul’a gelmiş, tam beş hafta kalmış ve büyük bir sükse yaratarak gitmiştir.

Eğer bugün bu ziyaret gerçekleşecek olsaydı, kendisi, Macaristan’ın Budapeşte kentinde bulunan ve isminin verildiği Ferenc Liszt Havaalanı’ndan uçağa biner ve gelirdi. O günün şartlarında ise bunu yapmanın tek yolu vardı:


Gemi yolculuğu.


Franz Liszt bir gemiye biner ve gelir. Düşününce, gayet basit; ancak her şey bu kadar da kolay olmamıştır. Gelin, biraz öncesine gidelim. İstanbul Ziyareti'nin nedenine, nasılına bakalım.


O dönemin padişahı Abdulmecid, bizim bildiğimiz padişah figürüne pek benzemez. Savaşan, toprak kazanan bir kumandan olarak okumaya alıştığımız padişahlardan farklı olarak, oldukça batı yanlısı ve ileri görüşlü, sanatçı kimliği ağır basan bir insandır. Hat yazısındaki ustalığı, besteciliği ve sanatsal aktivitelere olan tutkusu ile bilinir.

İşte bu padişahın döneminde, takvim yaprakları 1846’nın Aralık ayını gösterdiğinde, İstanbul’da yayınlanan Takvim-i Vekayi Gazetesi birinci sayfasında bir haber paylaşır:


Bazı haberlere göre, piyano ustalarının en meşhuru, Avrupa’nın bütün merkezlerinde ün kazanmış olan Mösyö Liszt, çok yakında İstanbul’a gelmek üzereymiş.”


O yıllar, dünyanın savaşlarla boğuştuğu yıllardı. Avrupa’nın hemen her yerinde farklı sebeplerle irili ufaklı savaşlar vardı. Avusturya ve Rusya da, çeşitli sebeplerle Macaristan’a savaş açmıştı. Bu çatışmalardan kaçıp İstanbul’a sığınan Macar mülteciler için de Osmanlı Devleti’ne yoğun baskı yapıyorlar ve sığınmacıları geri istiyorlardı. Bu baskılar o kadar artmıştı ki, Sultan Abdulmecid, saraya gelen Rus yetkililere tarihe geçmiş, çok sert ama yiğitçe bir yanıt vermişti:


"Tacımı veririm, tahtımı veririm ama devletime sığınanları asla vermem!"


Macar Halkı’nın gönlünde taht kurmasına sebep olan bu sözler, Franz Liszt’i de derinden etkilemiş ve onu bir Türk hayranı haline getirmişti. O günden sonra ünlü besteci, masallar şehri İstanbul’a varmak ve yeteneklerini hayranlık beslediği Sultan’a göstermek için çabalar olmuştu. İstanbul hayali o denli yoğundu ki, bir arkadaşına yazdığı mektubunda

Muhtemelen bu sonbaharda İstanbul rüyam gerçek olacak ” diyordu.

Bu hayalden, İstanbul’da yaşayan aristokratlar tarafından haberdar edilen Sultan Abdulmecid durumdan çok etkilendi ve bir incelik yaparak Mösyö Liszt’i şahsen davet eden bir mektup kaleme aldı. Liszt de mektup eline ulaşınca bavulunu topladı ve İstanbul gemisine bindi. 8 Haziran 1847’de ise İstanbul'a ayak bastı.


Burada, araya girmek istiyorum. Benimle bu dersi işlemiş olan öğrencilerimin hatırlayacakları bir cümle yazacağım:


" Bir gün, bir gemi, bir limana yanaşır ve o gemiden şapkalı bir adam iner. "


Bu cümleyi onlara ilk söylediğim an, Liszt'i işleyeceğimiz dersin haftalar öncesine denk gelirdi. " Bir gün " derdim, " bu cümleye yeniden başlayacağım ama susacağım. Devam ettirip, tamamlayana ödül var! " Haftalar geçip de, Liszt ile tanışmaya sıra geldiğinde, mutlaka bu cümleyi hatırlayan ve tamamlayan öğrencilerim olurdu. Bunlar, öğretmenliği neden sevdiğimin minik kanıtları olan özel anlar ve eğlenceli teknikler.

Bir öğretmen, karşısında, her zaman güvenebileceği ve doğru motivasyonla her şeyi yapabileceklerini gösteren genç insanlar olduğunu hep hatırlamalı!


Yazımıza dönelim. Gemi yanaşır, gemiden bir adam iner ve...


Franz Liszt sahtekarlıkla suçlanarak tutuklandı!


Nasıl yani? Hikayenin bu kısmı gerçekten fantastik. Hani, filmde olsa "iyice saçmalamışlar ha" dedirtecek türden bir durum; ancak Liszt'in kendi mektuplarından da bildiğimiz kadarıyla, oldukça gerçek! Buyrun:


Liszt’in yolculuk hazırlığına başladığı haberini alan Abdulmecid, hemen, büyük bestecinin en iyi şekilde ağırlanması için gerekenlerin yapılması doğrultusunda talimatlarını vermişti. Konserler için dünyanın en özel piyanolarından birisi getirtilmiş ve tüm planlama en ince ayrıntısına kadar yapılmıştı. Liszt gelmiş, konserler vermiş ve padişahın da kendisinden çeşitli hediyeler alarak memleketine geri gitmişti.

Peki, bütün bunlar olduktan sonra, 8 Haziran günü limana inen ve fötr şapkası ve elinde bavuluyla bekleyen adam da kimdi?

Zabitler, kendisini Liszt olarak tanıtan bu şapkalı adamı alıp saraya götürdüler ve orada gözaltına aldılar. Birkaç saat sonra ise acı gerçek ortaya çıktı:


Daha önceden gelen ve kendisini Liszt olarak tanıtan piyanist, Lisztmann isimli başka bir piyanistti. O dönemde kamera, fotoğraf makinası ve dolayısıyla Instagram da olmadığı için, kim nerden bilsindi? Soyisminin fazlalık olan kısmını atan Lisztmann, kendisini Franz Liszt olarak tanıtmış ve paraları da bir güzel cebe indirmişti:)

Sonradan pişmanlıktan ne yapacağını şaşıran görevliler, binbir özürle Liszt’i önce Sultan’ın huzuruna, sonra da kalacağı eve götürdüler.


( Bu arada, bu olayların geçtiği yerlerin drone ile çekilmiş turistik görüntülerini sayfanın sonuna ekleyeceğim. Gözünüzde canlanmasına yardımcı olsun diye. )


Çırağan Sarayı’nda Abdulmecid’in kendisine olağanüstü iki konser veren Liszt, sonraki beş hafta boyunca da, kah saray erkanına kah dönemin zenginlerine eşsiz dinletilerde bulunmuştu. Hatta, Ortaköy - Bebek arasında bir alanda halka açık bir konser bile vermişti.


O dönemde sarayın müzik sorumlusu, Liszt'in ziyaretinin mimarı ve oldukça önemli bir müzik insanı olan Donizetti Paşa, Abdulmecid'in tahta çıkışı şerefine Mecidiye Marşı'nı bestelemişti. ( 1839 ) Benim de çok sevdiğim bu marş, aynı zamanda Osmanlı Devleti'nin ilk milli marşıdır. Franz Liszt, ziyareti süresinde bu marşın Grande Paraphrase adlı bir piyano versiyonunu yazmıştır. ( alternatif Spotify linki )


Liszt bu beş hafta boyunca konakladığı yer, bugün Galatasaray Lisesi’nin çok yakınında bulunan, Nuri Ziya sokaktaki bir evdir. O dönemin ahşap evi, maalesef ilerleyen yıllarda bir yangınla tamamen kül olsa da, yerine yapılan mavi apartmana bu tarihi ziyaret ile ilgili bir mermer plaket yerleştirilmiştir.




Peki, yazının başlığında geçen "Liszt Efendi" lakabının hikayesi nedir? İşte burası da gerçekten ilginç:)


Beş haftalık ziyaretin, nihayet sonuna gelinmiştir. Liszt’i evine uğurlamak için veda töreni düzenlenecek ve besteciye ödülleri takdim edilecektir. Padişah, devlet erkanını toplamış ve bu hediyelerin neler olacağını tartışmaktadır.

Abdulmecid bir süre sonra ayağa kalkar ve para ödülü verilmesini söyleyen vezirlere:


“ Ben Osmanlı Devleti’nin sultanıyım. Evime gelen böylesine muazzam bir insana sadece para vermek devletimin şanına yakışmaz!” der. O gün verilen karar ile, üst düzey iftihar nişanı olan Efendi Ünvanı ve üstü çok değerli taşlar ile bezenmiş bir kutu armağan edilir.

Bu durumu biraz açıklamam gerekir diye düşünüyorum.


Liszt'e verilen devlet nişanını İngiltere’deki Sir ünvanına benzetebiliriz. Devlete savaşta ve barışta en üstün hizmetleri vermiş olan kişilere layık görülen bir ünvan. Genelde komutan veya devlet adamlarına verilse de, müzisyenlerin de aldığı olmuştur. Örneğin, Dede Efendi adlı bestecimiz, Osmanlı’nın en önemli müzik insanlarından birisidir. Bu ünvanı saray müziğine üstün katkıları ile almıştır.


Bu aslında bizim toplum olarak “abartma” huyumuzun tarihsel bir durum olduğunu gösteriyor sanırım. Eve gelen misafire ne yedireceğini şaşıran evsahibi gibi, padişah da Liszt’e ne vereceğini şaşırmış adeta. Yine de, böylesine muhteşem bir kişiliğe karşı gösterilen tutum da beni çok mutlu ediyor. Sonuçta, milletler tarihlerindeki savaşlarla değil; birbirlerine gösterdikleri dostane tutumlarla yakınlaşıyorlar. Sürekli, farklı ülkelere hasmane bir tavır takınan devlet yöneticileri bu hikayeyi okuda da, ders alsa, keşke...


Gel gelelim, Liszt'in İstanbul ziyareti beş hafta sürmüş; ancak etkisi onlarca yıl devam etmiş. Yazıyı sona erdirirken, ziyaretten tam 75 sene sonra, Son Osmanlı Halifesi Abdulmecid Efendi' nin ( Kuzguncuk'taki meşhur Köşk'ün ismini aldığı kişi ) kendi elleriyle çizdiği bir Franz Liszt portresini paylaşmak istiyorum:



Çok güzel, değil mi?


Yazıda ismi geçen eski padişah ve hanedan üyelerinin devlet yöneticiliği, kişilik özellikleri vb. gibi tüm kriterleri, o işin spekülasyonunu yapmayı seven tarihçi dostlara bırakıyor ve bir müzisyen olarak kendilerine teşekkür ediyorum. Üstelik, bu teşekkürü, -kral-kraliçe, padişah-sultanlar-a karşı olan bir insan olarak ediyorum. Bu tarihi kişilikler sayesinde, bir Osmanlı Sultanı'nın Avrupa'nın en meşhur müzisyeni karşısında nasıl heyecanlandığını; Son İslam Halifesi'nin bu büyük müzisyenin portresini yaptığını anlatabiliyorum!


Yazının son kısmını kullandığım kaynaklara ve Franz Liszt'in güzel eserlerini dinleyebileceğiniz YouTube/Spotify listelerine ayırmak istiyorum.

Sonraki yazılarda görüşmek dileğiyle. Müzikle kalın.









Kaynaklar



















510 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page