Bu yazıda, biraz kendimden, biraz hayata bakışımdan ve bir hayalimden bahsedeceğim.
( Kırmızı renkli ve altı çizili olan bölümler hyperlink'tir. Yani, o yazılara tıklayınca karşınıza kaynak, video ya da müzik çıkar. )
Geçenlerde, "benim bir tezim vardı yahu, bir bakayım şuna" diyerek Ulusal Tez Merkezi'nden 2007 tarihli kendi yüksek lisans tezimi indirdim. ( Hatta, önce bulamadım, sonra isimle aratmayı akıl ettim. İnsan gerçekten çabuk unutuyor. )
Aşağıya yapıştıracağım cümlelerimi okuyunca, hem gözlerim doldu hem de bir gülümseme hissettim. Üzüldüm çünkü 14 sene önceki umutlarım, bir şeylerin değişeceğine olan inancım gerçekleşmemiş. Ülke aynı ülke bile diyemeyeceğim; ülke çok daha kötü bir durumda. Sevindim çünkü ben hep aynı benmişim. Geçip giden yıllar ve içinde dönüp durduğum sistem beni dejenere edememiş. Hala, yangına su taşıyan karınca misali, kendi kapladığım alanı umursamadan, çaba sarfetmeye devam ediyorum.
Umarım, bir 14 sene sonra bu yazdıklarımı, bir şeylerin iyi yönde değişmiş olduğu bir dünyada okurum.
14 sene önceki yazı şu:
ÖNSÖZ
İlk ve orta öğrenimini Anadolu Lisesi’nde tamamlamış birisi olarak müziği meslek olarak seçmem, ailem başta olmak üzere çevremdeki çoğu insanı şaşırtmıştı. Mühendislik gibi fen ve matematik alanından bir meslek seçmem beklenirken, üniversite eğitimimi müzik üzerine sürdürmeye karar verdim. Bunda gitara olan aşkımın etkisi çok büyüktür. Fakat asıl önemli etken müziğin kendisine olan aşkımdı. Çocukluğumdan beri, hayatımı, çok sevdiğim sözlü ya da sözsüz eserlerin eşliğinde izlediğim bir film gibi görürüm. Yaşantımın her dönemine ait bir müzik vardır benim için. Anılarım bu melodiler sayesinde canlanırmış gibi gelir her zaman... Birçok anlamda hayal kırıklıklarıyla dolu olan, genellikle kendimi ve çevremde olup bitenleri sorgulamak durumunda kaldığım, bütün bunlara rağmen çok mutlu zamanlar geçirdiğim, gerçekten yetenekli müzisyenlerle tanışma ve çalışma şansı bulduğum okul yaşantımda, üniversitelerimizin yetenek ve müzik aşkıyla dolu öğrencilerden oluşan çok büyük bir potansiyel taşıdığına da şahit oldum. Yaşadığımız ülkede gerçekten hor görülen bir mesleğe sahip olmamıza; insanlar tarafından sanata ve gerçek sanatçıya hiçbir zaman değer verilmediğine defalarca tanık olmamıza rağmen, sadece müzik için emek verdiğimiz ve sadece müzik ile geçirdiğimiz sayısız zamanlarımız oldu. Hiçbir çıkar karşılığında olmadan, sanat için kalplerinde sönmek bilmeden yanan ateşi benimle paylaşan tüm dostlarıma sonsuz teşekkür ederim.
14 sene sonrasında gelen "edit":
İçindeki müzik sevgisini yitirmeyen, çıkar beklemeden sanat ateşini benimle paylaşmaya devam eden dostlarıma selam olsun:)
Şimdi, bir soru ile yazıya devam edeyim. Uzun yıllardır kafamda olan bir soru:
Tarih dersinden sorumlu olan bir öğrenci neden Savaş Tarihi'nden sorumludur; ancak Sanat Tarihi'nden sorumlu değildir ?
Örneğin, 1812’de Napoleon’un mağlubiyeti ile sonuçlanan Fransız-Rus Savaşı ile ilgili direkt ve dolaylı olarak yüzlerce bilgiye maruz kalan öğrenci, aynı dersler kapsamında Victor Hugo’nun Rusya 1812 adlı şiirini ya da Tchaikovsky’nin 1812 Uvertürü’nü öğrenmez.
Oysa, kim, kiminle, nerede, ne zaman gibi sorular etrafında dönen ve genelde anlamsız sonuçlar üreterek öğrencinin zihninde yer etmeyen bu dersler, yukarıda verdiğim somut sanatsal örnekler ile doldurulsa çok daha faydalı olmaz mı?
V for Vendetta filmini izleyen bir insanın, filmdeki 1812 Uvertürü’nü duyduğunda bunun ne anlama geldiğini anlaması çok büyük bir keyif. Kendimden biliyorum:) Yine, aynı insanın o salonda yaşadığı uyumsuzluk ve yalnızlık duygusunu hissetmesini de biliyorum, maalesef.
Hepimizin beyin kıvrımlarına yerleştirilen Savaş Tarihi’nin asıl gerçek, gerçekten bilmemiz gereken Sanat Tarihi’nin ise paralel bir evrene ait, alternatif bir tarih gibi kabul edilmesini anlayamıyorum. En azından, iyiniyetli kısmını anlayamıyorum.
Burada bir laf ebeliği yapıyorum, elbette; ancak durumu çok da yoruma açık bırakmayayım.
Kimseyi kırmak, gücendirmek, tarih öğretmenlerine saygısızlık yapmak amacında değilim. Ben bir müzisyenim ve dünyanın güzel yüzünü temsil eden bir iş yapıyorum. Benden önceki binlerce yıl içinde yaşamış sanatçı atalarım da böyleydi. Bizler etrafımıza baktığımızda gördüğümüz şeyleri, farklı şekillerde ürünler yaratarak anlatmaya çalışan insanlarız. Asmadan, kesmeden; yıkıp, yok etmeden; tersine yaratarak, güzelleştirerek ve böyle göstererek yaşamışız. Peki, öyleyse “orada bu savaş oldu, şurada şu katliam oldu” derslerinin her yanımızı sarmış olmasının izahı nedir ?
Açıkça söylemek istediğim şey şu:
Genç insanların beyinlerini geçmişin kötülükleri ile doldurmanın iyiniyetli bir yönü olamaz. Tarih bilgisi çok önemli bir alan. Eğitimde hassas bir yeri var. Bu bilgiyi toplumları birbirine düşman etmek için değil, iyiliği ve güzelliği her yere ulaştırmak için kullanmalıyız.
Kişisel ve toplumsal olarak, olaylara dengeli ve olumlu bir bakış geliştirmek istiyorsak, siyasi tarih kadar, hatta daha fazla, sanatsal tarihi bilmeliyiz.
Dünyayı daha güzel bir yer haline getiren, hayatı sevmemizi sağlayan her şey orada.
Bu yüzden, alanım olan müziği her zaman en başa yerleştirerek, hayatın farklı yönlerine uzanan hikayeler eşliğinde farklı dersler tasarlıyorum. Uzun yıllardır ortaokul ve lise düzeyinde tasarladığım bu dersleri, yavaş yavaş kalıcı hale getirmem gerektiğini düşündüm. Böyle bir blog ortamında, dersleri zaman-mekan ve yaş grubu sınırlamalarından kurtarıp, merak eden herkese ulaşacak şekilde yazmaya çalışacağım. Aslında, çok da derse benzemeyen dersler olacağı için sitenin ismini "Bir Değişik Müzik Dersi" koymayı planlıyordum; ancak son tahlilde "Bir Dünya Müzik" ismine karar verdim..
Yazının başlığı “Kendime Dair" ama hala kendimden bahsetmedim:)
Kendimle ilgili bir iki şey yazmam gerekiyor, haliyle; ancak bunu cv yazarmış gibi yapmayı da sevmiyorum. Bugüne kadar o kadar çok şey yaptım ki, burada sıralı liste verir gibi yazmak bu işleri sevimsiz gösterebilir. Bu yüzden yuvarlak laflar içeren bir paragraf ile "tanıtım" kısmını geçiştireceğim.
Yukarıda dedim ya, ben bir müzisyenim. Kendimi anlatırken ilk olarak söylediğim bu olur. Diğer her şey sonra gelir. Kendimi multi-enstrumentalist olarak tanımlayabilirim. Esas çalgım gitar. Her türlü gitar ile haşır neşir oluyorum. Telli çalgıların hepsini çok severim. Klasik, akustik, elektrik; perdeli, perdesiz; standart, bariton ya da bas gitar çalarım. Gitar ve gitar ekipmanı almak gibi bir kötü huyum olduğu için, yıllar içinde minik bir stüdyo sahibi oldum.
Piyanoda da temel eğitimim var. Piyanoya ve piyano müziğine çok saygı duyuyorum. Dinlemeyi ve çalmayı da çok seviyorum. Gitarist olmama rağmen, üniversite yıllarımda Bach, Beethoven ve Chopin gibi bestecilerin piyano eserlerini çaldım. Uzun yıllardır çalıştığım her okulda eşlik yapma işi bana kaldığı için, pratik anlamda kendimi beklentimin üzerinde geliştirmek durumunda kaldım:)
Elektronik çalgılarla da aram iyidir. Müzik teknolojisi çocukluğumdan beri ilgi alanım oldu. Theremin ile başlayan ve Modern Synthesizer'lar ile devam eden elektronik çalgılar, 1950 ve sonrası dönem müziklerinin yapıtaşları ve bunları yeterince tanımayan müzisyenlerin, kim olursa olsun, bir parçalarının eksik kaldığını düşünüyorum.
Bestecilik benim için müziği ifade etmenin ilk yolu. Kendimi bildim bileli beste yapıyorum. Reklam müzikleri, film ve belgesel müzikleri, her türlü seviye için orkestrasyonlar, besteler ve aranjmanlar yapmaktayım. Yine de, öncelikle çok iyi bir dinleyiciyim.
9-10 yaşlarındayken babamın kaset kutusunda keşfettiğim Beethoven ve 5.Senfoni'yi dinlediğim an dün gibi gözümün önünde. Ya da, benden oldukça büyük olan Rockçı kuzenimin dinlediği Metallica Black Albümü, giydiği Eddie temalı Iron Maiden T-Shirt'leri. Ortaokul hediyesi olarak alınan walkman'imde ilk kez dinlediğim Michael Jackson-Thriller ve Bohemian Rhapsody-Queen ve dalmayı öğrendiğim sene deniz dibinde bulduğum 5 Lira ile aldığım Beatles-Help Albümü...
Hayatım boyunca, farklı dönemlerde farklı müzik türlerine daha fazla ilgi duyduğum oldu. Ortaokul ve lisede sıkı bir Rockçı, üniversitede ciddi bir Klasik Müzik hayranı, yüksek lisans zamanlarından itibaren de Modern Jazz hayranı oldum; ancak hiçbir müzik türüne, diğerlerine kulak tıkayacak kadar bağlılık hissetmedim. Müziğin ikiye ayrıldığına inanıyorum:
İyi müzik ve kötü müzik.
Müzikten iyi anladığımı düşünerek, birinci gruba dahil ettiğim her şeyi dinlediğimi söyleyebilirim. Şöyle söyleyeyim, tanım yapmış da olayım:
Sofistike bir varoluş amacı olan, icracılarının ne yaptıklarını bilen müzisyenler olduğu, muhteviyatında katman katman duygular barındıran her müzik, bence, iyi müziktir.
Biraz da eğitim hayatımdan bahsedeyim.
Bir "Anadolu Lisesini 7 Sene Okumuş Nesil" üyesiyim. Bunu özellikle vurguluyorum çünkü bizler gerçekten iyi eğitim almış, devletin belli bir eğitim vizyonu olduğu dönemlerde iyi okullarda okumuş bir nesiliz.
Ortaokul ve lise hayatı fen-matematik eğitimi ile geçmiş; fakat üniversite eğitimini müzik eğitimi üzerine tamamlamış birisiyim. Öğretmenlerimin ve ailemin benden beklediğinin çok dışında bir üniversite ve meslek seçimi yaptım. Bunu, başka çarem olmadığı için değil; aksine ben böyle istediğim için yaptım. Hayalimin peşinden gittim ve her zaman yaptığım gibi, doğru olan şeyin ne olduğunu düşünüyorsam ona göre hareket ettim.
Bu sebeple, 2000 senesinde, beklenen uzaylı istilasının gerçekleşmediği ve Şirince'nin güzel şarapları olan bir köyden fazlası olmadığının anlaşıldığı yeni milenyum başlangıcında, yetenek sınavlarını kazanarak girdiğim Marmara Üniversitesi Müzik Öğretmenliği Bölümü'nden, 2008 senesinde yüksek lisans derecesi ile mezun oldum.
Bu bölüme, liseden mezun olduğumda sahip olduğum teorik müzik bilgisinin konservatuara girmemi imkansız kılması sebebiyle girmiştim ve amacım kendimi en iyi şekilde geliştirerek, konservatuara geçiş yapmak ya da kendi bölümümde akademik alanda devam etmekti.
Müzik öğretmeni olma fikrinden bile ışık yılı uzak hissederken, yüksek lisans dönemimde para kazanmak için öğretmenliğe başladım ve o günden beri, 2020 itibarıyla 16 senedir, bu işi, en az müzisyenlik kadar çok severek, yapıyorum. Bu 16 yılı içinde Ted İstanbul Koleji, Açı Okulları ve Koç Okulları'nda bütün seviyelerde, ancak ağırlıklı olarak ortaokul ve lise seviyelerinde, öğretmenlik yaptım.
Müzik dersinin hiçbir zaman sadece müzik dersi olmadığını bilen, ülkedeki müzik eğitimin içler acısı halinin farkında olan birisiyim. Müzik dinlemeye olan kişisel merakını profesyonel müzik eğitimi ile birleştirmiş bir müzisyen olarak söyleyebilirim ki, iyi müzik dinleme şansına erişemeyen insanlar ne dinleyici, ne uygulayıcı olamazlar. Bu insanlar günümüz müzik sektörü için müşteridir. En çok aranan insan modelidir. Trend ne ise onu dinler, müziği sadece bir moda aracı olarak görür ve tüketirler.
İddiam şu:
Doğru tasarlanmış bir müzik eğitimi, toplumu iyi müziğe yönlendirmeli, bunu talep eder hale getirmeli ve müzisyenleri bu yönde motive eden bir dinleyici kitlesi yaratmalı.
Bir gün, bu ülke konsere gitmeyi bir sosyal olay yerine bir ihtiyaç olarak görecek insanlar ile dolup, taşsın isterim. İşte benim hayalim. Bu yüzden, müziği bir bütün olarak ele alan ve bilinçli dinleyici yaratma amacı güden bir müzik dersi felsefem var.
Yalnız olmadığımı da biliyorum.
Belki burada yazdıklarım, henüz tanışmadığım ancak benimle aynı görüşü paylaşan meslektaşlarımla da bir tanışma fırsatı yaratır, kim bilir…
Sonraki yazılarda görüşmek üzere.
Comments